Ödüller hep tartışılır ve tartışılmalıdır da. Ancak, beş on kişiden oluşan bir jüri tarafından değil de Oscar’lar ve César’lar örneklerindeki gibi, mesleki çerçevede kolektif oylamayla belirlenen ödüllerin önemli bir farklılığı var: O ülkedeki o meslek dünyasının, yani ABD ve Fransa sinema çevrelerinin, o günkü haletiruhiyesini, ayrıca dönemin toplumsal ve siyasal çalkantılarının yansımalarını da içerir.
Bu açıdan baktığımızda, “Oppenheimer”ın öngörülen başarısının beklenenden daha yoğun olması, ana akım sinema örneklerine sıkıca sarılan Hollywood’un özündeki tutuculuğa ve ticari boyuta sığınma içgüdüsünün dışavurumu olarak yorumlanabilir.
Birçok konuya değinirken yüzeysel kalan, dağınık, klasik bir geniş kitle sineması örneği olduğunu düşündüğüm bu filmin Christopher Nolan’a en iyi yönetmen heykelciğini de kazandırması, aynı eğilimin sonucu sayılabilir…
Gazze…
Konunun siyasal ve toplumsal boyutuna gelince, İsrail ordusunun Gazze’de sürdüregeldiği katliamın Oscar’lar törenine de damga vurduğunu görüyoruz. İki hafta önce Berlin Festivali’nde olduğu gibi, sahnede dile getirilen söylemlerin yanı sıra, İngiliz yönetmen Jonathan Glazer’in Yahudi soykırımına farklı bir bakışla eğilen “The Zone of Interest” ile aldığı En İyi Uluslararası Film Oscar’ı da (film her ne kadar bu konjonktürel desteğe ihtiyacı olmayacak kadar başarılı ve önemli olsa da) söz konusu toplumsal duyarlığın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Birkaç hafta önce yapılan César’lar törenine de Judith Godrèche’in suçlamalarıyla gündeme gelen, Fransız sinema dünyasındaki cinsel baskı ve tacizler konusu damgasını vurmuştu…